Pages

30 Eylül 2010 Perşembe

Rengin Ahengi

Dün itibariyle Cevahir Alışveriş Merkezi'nin önündeki Metro istasyon çıkışına kurulan bir etkinlik standı nedeniyle dün tüm günümüz aynı şarkıyı dinlemekle geçti. Tüm ofis hatta tüm bina dün bu yüksek sesli etkinlikten epey muzdarip olduk.Zoraki dayatılan bir müzik eşliğinde çalışmaya çalışmak işkenceye dönüştü.

22 Ağustos 2010 Pazar

Unutmayalım, bizim de başımıza gelebilir

17 agustos 1999 depreminin 11. yılını henüz anmışken ve o günlerdeki zorlukları,acıları yaşamış insanlar olarak Pakistan'daki sel felaketinin ne derece vahim olduğunu ve ülke vatandaşlarının hem madden hem manen ne büyük bir yıkım içerisinde olduklarını gönülden hissedebiliyoruz.Felaketten sonra bir çok insan açlık,salgın hastalık riskiyle yaşamaya çalışırken kayıplarına bile üzülemiyor belki doğru düzgün.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Eriyen Topuklar

İşte yine eğlenceli ama eglenceli oldugu kadar da giyilebilir ayakkabı tasarımları. Hem de İstanbul'un göbeğinde, size özel tasarlanmak üzere sizi bekliyor. İster spor ister topuklu şık modeller...

Gezmeyi Sevenlere

Aniden çıkan bir seyahat veya aylar öncesinden planlanan bir tatil...Gittiginiz yerde canınız sıkılmasın. Nerede ve ne zaman olursa olsun her türlü etkinlikten haberdar eden güzel bir site.

WHATSONWHEN

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Nerede Kalmıştık? Porto Carras

(Oralara götüren bir tını)

En son Selanik'deki otelden aldığımız öneriyle ve yol tarifiyle Halkidiki'nin yolunu tuttuk. Aslında bütün tatil boyunca navigasyon cihazına avrupa haritası yuklettirmedigimiz için hayıflanıp durduk. Gittigimiz yerlerde avrupa haritası yukletebilecegimiz Navigon bayisi bulamadıgımız için de eski usül kagıt haritamıza bakarak ve yol tabelalarını takip ederek ilerledik...

12 Ağustos 2010 Perşembe

Kavala ve Hayalet Şehir

Pazar öğlen Thassos'dan feribotla tekrar Keramoti'ye dönüp ilk istikameti Kavala olarak belirledik.50-60 km sonra Kavala'ya vardık.Zaten Keramoti limanından itibaren Kavala levhalarını görüyorsunuz.Liman şehri olan Kavala'nın Türkiye'deki kardeş kenti Tekirdağ. Aslında Tekirdağ'a da benziyor biraz.Sahilde yanyana resturantlar var. Tipik bir deniz kenarı yerleşimi:) Öğlen yemegini orada yemek için durduk. Aslında o gece Kavala'da kalmayı dusunmustuk hatta yerimizi bile ayırtmıştık. Otele gitmedim ama Yunan arkadaşlarımızın önerisi üzerine Lucy Hotel'de konaklayacaktık. Fakat Kavala'yı kucuk buldugumuz için 1 gecemizi Kavala'ya vermek istemedik ve yemekten sonra yolumuza devam ettik.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Yeşili ve Ücretsiz Otoparklarıyla Thassos Karşınızda

Şu anda Yunanistan'ın küçük bir adası olan Thassos yani Taşöz'den yazıyorum. Perşembe günü öğlene dogru arabayla Turkiye'den çıkıp İpsala sınır kapısından Yunanistan'a giriş yaptık. Ne girişti ama! O kadar uzun bir beklemeye maruz kaldık ki anlatamam. Aslında arabayla seyahat etmek çok keyifli ve sınırdan geçmek de yasal prosedurler anlamında çok kolay. Gelin görün ki Türkiye'yi ziyarete gelmiş yurtdışında yaşayan Türklerin dönüş zamanına denk geldiği için sınır kapısı çok yoğundu. Gerçi İpsala yerine Edirne'deki Pazarkule sınır kapısını kullansaydık belki 100 km daha fazla yol yapmıştık olacaktık ama bu kadar uzun sure beklemek zorunda kalmayacaktık. Tecrübe oldu işte:)

İsterseniz önce sınırdan arabayla geçiş için neler gerekli biraz ondan bahsedeyim.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir Dahinin Tahammülsüzlüğü

Gazetelerde okumuşsunuzdur Fazıl Say'ın arabesk müzik hakkındaki "yavşak" ana temalı goruslerini. Bu adamcağız ya da kendisine herkesten çok yakıştırdığı tabirle "dahi" adamcağız durup durup birşeylere sarıyordu twitter da. Yine bir gün twitter da durup dururken arabesk müziği batırdı da batırdı.Tabii bu arada insanlardan da olumlu olumsuz yanıtlar geliyor olmalı ki kendisine, bir de onlara laf yetiştiriyordu. Aslında arabesk muzigi batırmanın ötesinde sanırım savunduğu şey topluma dayatılan kısır müzik anlayışıydı.(Sanırım diyorum çünkü fikirlerini ifade etmekte zorlanan birisi bence. Dolayısıyla anlamak da zor oluyor.)

Özünde fikirlerinin doğru oldugunu düşünüyorum.Yani verilenin alındıgı bir düzende topluma daha iyi muzik verilse eger dinleyenler de belki daha farklı seçimlerde bulunabilir. Neyse işin bu kısmı son derece tartışmaya açık ve göreceli.

Ve bir gün benim bu destekliğim fikire paralel birşeyler yazmıştı. Ben de kendisine cevaben aynen şunları yazdım.

1 Ağustos 2010 Pazar

Jazz Radio




Kerem Görsev'in önerdiği güzel bir siteyi ben de sizinle paylaşmak istedim. Jazz müziğinin her türünü bulabileceginiz, seçeneği bol bir radyo, Jazz Radio

Yukarda çalan da benim size önerim:)


23 Temmuz 2010 Cuma

Bugün Başıma Gelenler

Bugün evde bilgisayar başında dalmışım. Açık balkon kapısından birisinin "ev sahibi burada mı?" diye seslendiğini duydum. Biz müstakil evlerden oluşan bir sitede oturuyoruz. Her evin kendi bahçe kapısı var ama geceleri gelen gezici güvenlik görevlisi ve güvenlik kameraları dışında tek bir kapıdan kontrol edilebilen bir güvenlik sistemi yok. Neyse yani bu bana seslenen çocukcagız(!) da elini kolunu sallayarak girmiş siteye. Balkondan bana seslendigini duyunca içerden şöyle dönüp bir baktım. 20 li yaşların başında, sıcaktan bunalmış bir genç görünce elektrik,su vs gibi birşey için geldi sandım.

- "Buyrun" dedim.

- "Anneniz evde mi ?"

- "Ben yardımcı olayım"

- "Ev sahibi misiniz?"

- "Evet" dedim ve dememle hikaye başladı. Omzuna çapraz taktığı çantasından üzerinde çiçek ve bitki resimlerinin oldugu Linx marka gayet dandik bir karton ambalaj çıkardı. Ve başladı anlatmaya;

"Biz bir şampuan tanıtımı yapıyoruz.Maranki'nin formülünü oluşturdugu bir şampuan.1 Agustos'dan itibaren ezcanelerde satılaca. Doğuş Çay benim gibi öğrencilere burs verdi. Ve bursun karşılığında biz de onlar adına bu dağıtımı yapıyoruz. Bu şampuan kepeklenmeye, saç dökülmesine, cilt kuruluğuna, yağlanmaya iyi geliyor. Hatta vücudunuzda yağlanma olan bölgeye sürüp 10 dk bekletiyorsunuz. Sonra yıkadıgınızda o bölgeyi de zayıflatıyor" dedi.

Tabii ben şaşkınlıkla bir şampuanın bu kadar şeye aynı anda nasıl iyi geldiğini düşünürken çocuk konuşmaya devam etti. Zaten o kadar hızlı konuşuyordu ki takip etmekte zorlandım ama işin nereye varacagını merak ettiğimden durdurmadım.

Devam etti...

"Ayrıca, bu şampuan kutularında hediye kazanma şansınız da var. Kutulardan cep telefonu, yarım altın ve epilasyon cihazı çıkabilir. Yalnız şunu belirtmem gerekir. Eğer kutunuzdan hediye çıkarsa bu dagıtımı yapan biz öğrencilere yardım maksatlı 50 tl bağışta bulunmanız gerekiyor"

Hmmm..İşte başladık dedim içimden ama hiç ses etmedim.

-"Tamam açın lutfen kutuyu" dedim ve bunu dedigim anda kutunun icinden epilasyon cihazı cıkacagını tahmin ettim. Cunku en az ederi olan hediye oydu.

Tataaaaamm...Kutu açıldı ve ben o Braun çakması Bravun marka epilasyon cihazını kazanmış oldum. Yüzümde pis bir sırıtmayla çocuğun "işte kazandınız, çok şanslısınız" gibi gazlamalarını dinlemeye koyuldum. Sonra cocuga bir kaç soru sordum. Cevap verirken hafiften bir laubalilik hissettim. Zaten anneniz evde mi demesinden benim küçük oldugumu zannetigini anlamıştım. Hemen çocuga hafif bir uyarı geçip, yaşımın sandıgı kadar kucuk olmadıgını ve tanıtım gibi konularda profesyonel anlamda bilgi sahibi oldugumu açıkladım.

Hemen dağıtım ve tanıtım için izin kağıtlarını istedim. Bana vergi levhası fotokopisi çıkardı. Doğuş Cay'ı arayıp sorsam bu dagıtımdan haberleri var mı dedim. Aslında biz bursumuzu Doğuş Çay'dan aldık ama dagıtımı Efsane Kozmetik adına yapıyoruz dedi. Hemen onumde açık olan bilgisayarımdan bir arama yaptım. Çıkan ilk sayfada Efsane Dolandırıcılık haberine rastladım. Başından beri olanlar tıpkı haberde anlatıldıgı gibiydi.

Çocuk ben bu habere bakarken çantaşından bir makbuz çıkarttı. Tıpkı haberdeki fotografdaki makbuz gibiydi:) Uzerinde yazanlar dahil hersey aynıydı.Başka Efsane Kozmetik'dir dedi. O zaman web sayfanızı ver dedim. Verdigi saçma adres açılmadı tabi ki.Ayak üstü hiç tahmin etmediği soruları sorup, yaptığının yanlışlığını anlatıp (tabi anladıysa)postaladım çocugu. Her ne kadar bu vermediğim 50 liranın onun ödemesinden kesileceğini söylese de o kadar çok desteksiz yalan attı ki vicdanım zerre kadar etkilenmedi.

Hemen akabinde Doğuş Çay'ı arayıp konuyu anlattım. İlk vaka değilmişim tabi ki. İletişim bilgilerimi ve olayla ilgili bazı bilgileri aldılar benden.O anda nasıl olduysa polisi arayamadım. Sanırım biraz yalnız olmamın verdigi endişeden biraz da şaşkınlıktan arayamadım.

Bu kadar ugraşıp kapı kapı milleti dolandırana kadar, aynı emeği yasal bir iş için harcasalar eminim çok daha fazlasını kazanırlar. Ama zihniyet ve ahlak meselesi işte...

Bu olayı mümkün oldugunca cevrenizdekilerle paylaşın lütfen.

Sevgiler,

21 Temmuz 2010 Çarşamba

İstanbul Hatırası




Yine bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Aslında niyetim kitabın methiyesini yazmak falan degil. Gerçi Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası gerçekten çok güzel bir roman. Özellikle tarih ve kısmen polisiye severler için bir solukta bitirilecek cinsten bir kitap. Bir seri cinayet vakasını İstanbul'un tarihiyle harmanlayıp anlatmış Ahmet Ümit.

Kitabı okurken İstanbul ve İstanbul'daki tarihi eserlerle ilgili çok ilginç bilgiler öğrendim. Kadıköy'e Körler Ülkesi dendiğini, Çemberlitaş'daki Dikilitaş'ın aslında Romalılar zamanında Mısır'dan getirtildiği ni,Roma döneminden kalma Yerebatan Sarnıcı'nın ancak 1987 yılında bakım onarımdan geçirildiğini ve bunun gibi daha bir sürü bilgiyi bu kitapta öğrendim. İşin ilginç yanı, kitabı okurken 11 yıldır İstanbul'da yaşadığımı düşünüp kim bilir kaç kez bu adı geçen yerlerde bulundugumu fark ettim. Ama hiç bir zaman tarihini bu derece öğrenememiştim.Düşünsenize, Ayasofya'nın son görkemli hali aslında 3. kez inşaasından sonra ortaya çıkıyor.Son hali de imparator Jüstinyen tarafından yaptırılmış.(Tabii Fatih Sulan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmeden önce)

Şimdi oturup kitaptan edindiğim bilgileri bıdı bıdı şeklinde size satmayacagım tabi ki. İstanbul'u tüm karmaşasına, bozuk alt yapısına ve keşmekeşine rağmen çok sevdim hep. Zaten bildigimi sandıgım tarihini bir de bi kaç satır daha fazla öğrenince iyice etkilendim.
Tarih okumayı severim ve ilgilendigimi de düşünürdüm ama insan bazen burnunun ucundaki tarihe bile yabancı oldugunu utanarak fark ediyor.Bu kitabı okurken şöyle bir karar aldım, en kısa zamanda bir tur rehberiyle birlikte İstanbul'u yeniden keşfedeceğim. Bu şehir en azından bu kadarını hak ediyor; daha iyi anlaşılmak

Sevgiler,

20 Temmuz 2010 Salı

Bir Klişeyle Başlayıp Diğeriyle Bitirmek



Çok klişe olacak başlangıç cumlem belki ama oyle baslamak istedim.

Herkesin bir hikayesi var bu hayatta. Herkesin anlatacak bir hikayesi, dinlenmesini istedigi bir kaç cümlesi var. Kimileri hüzünlü kimileri umutlu...Ama herkes özel oldugunu sanıyor hikayesinin. Evet belki herkes kendi hikayesinde çok özel ama herkesin hikayesi birbirinin dengi aslında. Hayat bana gülerken sana tokat atıyor sanma. Hayat sırayla hepimizi bir seviyor bir incitiyor. Kızacak birşey de yok bunda aslında. Kaide bu, yaşamda.Sevinmesek incidigimizi ya da incinmesek sevindigimizi fark etmeyecegiz belki de.

Şu anda sen bunları okurken üzgünsen eğer emin ol bir kaç adım ötende başka biri daha vardır benzer dertten muzdarip.Ya aşktan kalbi sızlıyordur, ya işin içinden çıkamamıştır ya da "niye yine ben" diye sorguluyordur yaşamı.

O yüzden biraz daha oluruna bırakmalı belki de. Boşvermişlik değil ama oluruna bırakmak dediğim şey. İsyan etmemek, nedeni aşikarken olanları sorgulamamak...Belki de bir başkasının derdine ortak olup hem onunkini hem kendininkini biraz hafifletmek.

Bir klişeyle başlamıştım yazıma. Yine bir benzeriyle bitireyim sözümü. Dertler, sorunlar paylaşıldıkça azalıyor gerçekten. Çünkü bir benzerini görmek yalnız olmadıgını hissettiriyor her seferinde, istisnasız. Deneyin derim.

Sevgiler,

14 Temmuz 2010 Çarşamba

"Küçük Aptalın Büyük Dünyası"


Blog yazarı olmama ragmen ve bir cok blogu takip ettigimi dusunmeme ragmen en çok takip edilen bloglardan birisi olan Pucca Gunluk'u kısa zaman önce duydum. Gazetelerde röportajları yayınlanan, milletin yazılarını gün be gün takip ettigi bu blogger kardesimizin Haziran'da kitabı çıktı. Kitapçıda kitabın içinden bir kaç satır okuyayım derken baktım ayak üstü 3 sayfa okumuşum. Kitap kendini diğer kardesleriyle birlikte kasada buldu. Neyse işte, Küçük Aptalın Büyük Dünyası kitabın adı. Ortalarındayım şimdi. Pucca'nın da dedigi gibi, her kadının içinden geçenleri ve hatta yaptıklarını yazmış. Yani çok doğal olmuş.Tabii bunda adını deşifre etmeyişinin de payı vardır. Evet argonun bini bir para ama rahatsız etmiyor okurken. Eğleniyorsunuz. Romantik komedi izlemekten farksız. Tek farkla, hepsi gerçek. Arada çocukluguna dönüp yazdıgı satırlarda 80 li tayfanın da mutlaka kendinden birseyler bulacagına eminim. Bu arada kitapla blogdaki yazılar aynı değil. Bu da ayrı bir güzellik. Blog un adresi http://passiflora-rapunzel.blogspot.com/ ( Benim gibi geç ögrenmiş olabilecekler icin:))

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Milletin topuğu, ayağını mı vurdu ey ahali?

Yaz geldi Bodrum, Dalaman seferleri kalabalıklaştı. Havaalanı geyikleri arttı.Orda burda okuyorum. Twitter da görüyorum. Milletin topuklu ayakkabısına takmışlar kafayı. Aman efendim seyahat rahat edilirmiş.Ne gerek varmış topuklu giymeye. Milletin giyimine kuşamına karışmayı pek iş biliriz zaten. Türban meselesinden sonra bir de topuklu meselesi çıktı başımıza. Sanki senin ayaklarınla giyiyor ayakkabıyı. Şimdi beni tanıyanlar bilirler topuklusunu da severim düzünü de ayakkabının. "İçinizden, bu da havaalanında topuklu giyiyor herhalde. Ondan bu tepkisi" demeyin diye açıklıyorum. Seyahatlere genelde terlik veya spor ayakkabıyla çıkarım ama canım isterse 13 lük topukluları da çekebilirim ayagıma.Son olarak şunu ekleyeyim;nBu konuyla ilgili eleştirenleri not ettim bir yere. Birisini havaalanında topukluyla görürsem yapıştırıcam lafı:)

Sevgiler,

25 Haziran 2010 Cuma

Yarım Kalan Tebessümler


Bu gece( ya da saat itibariyle dün gece ) birçok insan televizyon karşısına geçip Aşk-ı Memnu finalini izledi.Hiç bir yerli yabancı diziyi sıkı bir şekilde takip etmememe ragmen final bölümünü ben de heyecanla izledim. Aynı anda da twitter'daki yorumları takip ettim. Cuneyt Ozdemir'inden tutun, Şelale Kadak'ına kadar bir çok gazeteci-yazar yorumlara katıldı. Belki de ilk kez olsa bile diziyi izledi anlayacagınız. Bir şekilde herkesin dikkatini çekti.Hatta "twitter worldwide" listesinde 1 numaraya yerleşti Aşk-ı Memnu ( 3. sırada Dünya Kupası vardı, düşünün artık). Bir çok insan dizinin sonunu bildigi halde izledi.Herşey son sürat Behlül-Bihter-Adnan üçgeninde dönüyordu. Ne olduysa 1 saat kadar sonra oldu. Yaklaşık bir saat sonra Elazığ'dan çatışma haberleri geldi.Güvenlik güçleri ve terör örgütü arasında çıkan çatışmada 2 asker şehit oldu. Bir yaşlı teyze hayatını kaybetti. Aşk-ı Memnu muhabbetleri bir anda durdu. Son zamanlarda gerçekleşen saldırılar, patlamalar, şehit haberleri tüm Türkiye'nin merkezine oturdu. Hemen hemen hergün gündemde benzer can yakan haberler...Bunun sonu nereye varacak? Kimlerin rantı için insanlar ölüyor? Kardelen Elif öğretmenin dediği gibi kimin hakkını savunmak kime kaldı? Diyeceğim şudur ki, bugünü de şehit haberleriyle kapadık. Kimsenin tadı tuzu kalmadı.Herkesin bir tarafı buruk gazete okurken, haberleri izlerken. Umarım en yakın zamanda yüzümüzdeki tebessümlerin yarıda kalmayacağı günlere kavuşuruz.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Gunun Şarkısı

Herkese iyi haftalar.Haftaya başlamak için güzel bir şarkı.

Mutlu olunuz:)

Train - Hey, Soul Sister from Matthew Stawski on Vimeo.

15 Haziran 2010 Salı

Sinsi Pazarlamacı Kızlar


Vuvuzelası ve golleriyle gündemimizi hayli meşgul eden dünya olayı Dünya Kupası hızla devam ediyor. Dürüst olmak gerekirse vuvuzela vızıltısı haberleri haricinde benim gündemimi pek meşgul etmiyor:)Fakat Dünya Kupası dahilinde başka bir haber dikkatimi çekti. Seyircilerden 36 kişi FİFA nın şikayeti üzerine Güney Afrika polisi tarafından sorguya çekilmiş. 36 kişinin hepsi de Hollandalı hatun kişi:) Kusura bakmayın böyle gülüyorum ama garip değil mi? Aslında geri kalanı daha da garip. Bu kızların suçları, Hollanda-Danimarka maçında hepsinin turuncu mini elbise giyerek tezahurat yapması. Küfür yok,hakaret yok. Sadece turuncu mini elbiseleri var. Efendim bu Fifa bu kızların "sinsi pazarlama"(ambush marketing) yaptıgını iddia ederek suç duyurusunda bulunmuş ve Guney Afrika sınırlarında da sinsi pazarlama yapmak yasadışıymış.Pazarladıkları iddia edilen şey ise ünlü Dutch birası Bavaria'nın Nisan'da çıkan turuncu konseptli ürünü. Kızcagızlar sorguda markayla hiç bir ilgileri olmadıgını defalarca anlatmak zorunda kalmışlar.Neticede serbest bırakılmışlar ama eğer gerçekten markayla alakaları yoksa ömürleri boyunca turuncu giymek istemezler herhalde. Bu arada turuncu renginin Hollandalıların favori rengi oldugunu unutmayalım.Amaaa biraz daha işin derinine inersek bakın neler var:)Herşey göründüğü kadar masum olmayabilir.

Gelelim sinsi pazarlamaya. Etkinliklerde ama özellikle spor etkinliklerinde yasal sponsor firmanın rakibi tarafından gerçekleştirilen pazarlama şeklidir.Çoğunlukla dikkat çekicidir. Birkaç örnekle daha iyi ifade edilebilir sanırım.1992 Barcelona Olimpiyat'larında Reebok maç sponsoruyken Nike basın toplantılarına sponsor oldu. Ayrıca Nike Air yüzü Michael Jordan altın madalyası takılırken Reebok logosunu çaktırmadan kapatmıştı.



Bir başka örnek de 2005 Wimbledon Turnuvasında yaşandı. Turnuvada resmi su sponsoru Buxton'ken etkinlik alanının hemen dışında 2004'de Maria Sharapova'nın sponsoru olan Palmolive-Colgate deodorant şişesi ambalajında su dağıttı.Gerçi bu şişeler kapıdaki görevliler tarafından içeriye alınmamış ama olsun. İlgi çektiği kesin.

Yani diyeceğim şudur; Dunya Kupası'nda yaşanan olayda aslında Bavaria'nın çok da masum oldugunu sanmıyorum ama adı üstünde sinsi pazarlama...Bu arada umarım kızlar bu sorgulamaya değecek kadar ücret almışlardır:)

Sevgiler,

Meksika Körfezi'nden Manzaralar

21 Nisan'da Deepwater Horizon petrol platformu patladığından beri petrol sızıntılarının çevreye ne kadar zarar verdiğini biliyoruz. Ayhan Demiral'ın sitesine eklediği fotografları görünce felaketin boyutunu bir kez daha anlıyorsunuz. Fotograflar için Ayhan Bey'e teşekkürler.





14 Haziran 2010 Pazartesi

Günün Şarkısı 3

My eyes grew heavy and my lips they could not speak
I tried to stand up but I could not find my feet

Veeee günün şarkısı ...

Dadının kafasını suya gömmek isteyen annenin hikayesi

Son bir kaç gündür internet aleminde dönen, dadıyla mavi yolculuk muhabbetinden bayıldım artık. Hurriyet gazetesi yazarlarından Sibel Arna son yazısında ailesi ve arkadaşlarıyla çıktığı mavi yolculuktan bahsetmiş. Bu sevgili yazarımızın 9 aylık bir bebişi var anladıgımız kadarıyla. Ve bu tekne yolculuguna bebeğinin dadısını da dahil etmiş. Ve dadı hakkında atıp tutmuş. Hatta dadılarla ilgili pek hoş olmayan genellemeler yapmış diyebiliriz. Hatta yazının sonunda bir dadının kafasını suya gömme fantezisinden bile bahsetmiş:) Ve millet şu anda bu yazıya ve bu yazara ateş püskürüyor. Dadıların da insan oldugunu, parayla tutulan köleler olmadıklarını twitter, ekşi sözlük gibi bir çok yerde okuyabiliriniz.

Evet yazı gerçekten kötü. Birincisi, yazı Türkiye'deki büyük ulusal gazetelerden birisinde yer alacak kalitede değil. Sanki kadın, günlüğüne yazmış. İkincisi, olay konu dadıdan memnuniyetsizlikse, girizgahda neden teknenin teknik özelliklerinden bahsedilmiş:)? Bize ne teknenin boyundan, yatak kapasitesinden ( bu arada kamera değil kamara denir onlara ). Ayrıca, bir dadının kafasını suya gömme isteğini bu kadar açıkça dile getiren birisinin çocuguna nasıl rol model olacagı düşündürücü. Son olarak, bu yazarın geçmiş yazılarına baktığımızda ondan daha fazla bir performans beklemek çok da doğru olmasa gerek. Bu son yazısı sayesinde okunurlugu mu arttı yoksa insanların öfkesini mi kazandı emin olamadım.

Yazıyı

12 Haziran 2010 Cumartesi

11 Haziran 2010 Cuma

Kahve İçen Karıncalar


Blogger'a eklenen yeni veya benim yeni sandıgım sayfa tasarımlarını kurcaladım biraz.Umarım yeni sayfa yapısını begenirsiniz. Gelelim bugunun yazısına...Geçenlerde yine web'de oradan oraya atlarken güzel bir tasarım sitesiyle karşılaştım. Geniş bir ürün yelpazesi olmasa da bir kaç tasarımına bayıldım. Ne tasarlıyorlarmış derseniz, fincan, tabak, yastık kılıfı, havlu, kolye gibi birbiriyle alakasız objeler:) Aslında bana ilginç gelen kısmı her ürünün el yapımı ve çevre dostu olması. Zaten web sitesinde her ürünün nasıl yapıldıgını açıklamışlar. En begendigim tasarım fotografta gördüğünüz karıncalar basmış fincan. Ama henüz bu fincan satışa çıkmamış. Bu fincanı almak istiyorsanız bekleme listesine adınızı yazdırmanız gerekiyor.

Ayrıca kartpostal niyetine kullanabileceginiz ilginç bir fincan daha var. Görün derim.
Evet gelelim bıdı bıdı anlatıp da adını bir türlü telaffuz etmediğim sitenin adresine.

http://www.baileydoesntbark.com/ Bailey tasarımcı kızımızın köpeği olup havlamadığı da külliyen yalandır:)

Sevgiler,

Günün Şarkısı 1

Bugünün şarkısını dinlemek için buyrun

Sevgiler,

9 Haziran 2010 Çarşamba

Dikkat! İşletme Hatası


Bugün İstanbul'dan döndüm.İstanbul'un sağnak hali hiç çekilmiyor. Şimdi güneşe kavuştum da biraz içim açıldı. Yağmur da ne yağmurdu ama...Yollar dere olmuş akıyordu.Bir de sokakta bütün yağmur yağacak haberlerine inat giyilmiş yüksek puntolu açık ayakkabılı kadınları görünce hiç mi haberleri dinlemiyorsunuz kardeşim demeden edemedim. Tamam güzellik, şıklık ama su birikintilerinden açık ayakkabılarla geçmek de pek hoş görünmüyor doğrusu.

Neyse efendim, bize ne diyip geçelim. Ama dün bana ne deyip geçemediğim bir olaya şahit oldum. Hem kahve molası için ve hem de yagmurdan korunmak için normalde pek ugramadıgım Midpoint'e oturdum. Bu dolup taşan Nişantaşı mekanını nedense açıldıgı gunden beri pek hazetmem. Malum kötü alışkanlığım nedeniyle balkonda tente altında oturmayı tercih ettim. Yağmurun da en şiddetli oldugu dakikalardı. Mekanı terk etmek isteyen musteriler girişte yagmurun dinmesini beklerken, benim gibi yagmurdan kaçan bir kaç kişi de mekana giriş yapıyordu. Mekanın girişindeki yer döşemeleri de yagmurdan şıpır şıpır su olmuş. Ve kadıncağızın teki içeriye girmek üzereyken kendini bir anda yerde buluverdi. Düşmek zaten sinir bozucu, bir de üstüne sırılsıklam olunca iyice çileden çıkartıyor insanı. Bu müstesna mekanın görevlileri ne yaptılar? Düşen kadının hemen ardından yere kaymayı önleyen halı serdiler. Yahu bu insanların aklı nerede? Önce halı yok sandım. Islak zemin uyarısı koymadıkları için kızdım. Sonra halı gelince iyice sinirlendim. Madem halınız vardı neden sermediniz demezler mi adama?

Ey işletmeciler! Öyle dekorasyona tonlarca para döküp, mönülere alengirli yemekler eklemekle olmuyor bu işler. Hizmet kalitesini, müşteriye verdiginiz değeri göstermeniz lazım.Tabii bence...:)

Sevgiler,

6 Haziran 2010 Pazar

Çöp Otel "Save The Beach Hotel"


Aslında ilk önce Roma'da çevreciler tarafından yapılan çöp oteli yazmak için oturmuştum bilgisayar başına fakat birazcık araştırınca işin aslında daha derin ve başarılı bir proje oldugunu gördüm. Projenin adı Corona Save The Beach . Amaçları Avrupa plajlarındaki kirliliğe dikkat çekmek ve her yıl oylarla seçilen bir plajı temizlemek. Aralık 2009 da başlayan projenin seçilen ilk lokasyonu Roma'daki Capocotta Plajı temizlendikten sonra projenin ortaklarından Blue Flag tarafından mavi bayrakla taçlandırıldı.Her sene en az 1 plajı temizlemeyi hedefleyen proje için Avrupa'daki sahilleri aday olarak gosterebiliyorsunuz.İsterseniz aday olarak gosterdiginiz sahilin fotograf ve videosunu da yukleyebiliyorsunuz. En çok oy alan plaj bir sonraki temizlenecek sahil olarak belirleniyor.Henüz Türkiye'den aday gösterilmiş bir plaj yok.

Yine aynı projenin kapsamında sahillerdeki kirliliğe dikkat çekmek için 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde Roma'nın merkezine Avrupa'daki plajlardan toplanmış çöplerden yapılmış bir otel inşaa edilmiş. Save The Beach Hotel. Bu aralar Roma'ya yolu düşenler Alman mimar Schultz tarafından yapılan bu oteli görebilirler.

İşte çöp otelden yola çıkıp rastladığım çevreci hikaye bu şekilde.Umarım Türkiye de bir şekilde projeye dahil olur.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Eyvah Iphone'um Doğurdu:)

Gençsiniz. Hayatta tecrube etmek istediginiz şeylerin listesi hayli kabarık ama hooopp bir anda bebek sahibi oluyorsunuz. Gece uykularınızın ağlama sesleriyle bölündüğünü ve ilgilenmek, altını değiştirmek ve beslemek zorunda oldugunuz küçücük bir bebeğinizin oldugunu düşünün. Bunu düşünürken lütfen bunun planlamadan olduğunu da ekleyiverin düşüncelerinize. Ben ne kadar düşünün desem de tecrübe etmeden zor olsa gerek.

Durex de kondom kullanmazsanız başınıza gelebilecekleri gerçeğe en yakın haliyle size yaşatmak için bir Iphone uygulamasıyla aklınızı başınıza getirmek istemiş. Iphone nasıl bebek yapar derseniz, onu da videoda izleyin. Çok eglenceli:)

Taksimetrik


Geçenlerde Ayşenur Yazıcı twitter'da faydali bir link paylaştı. Ben de hemen sizinle paylaşmak istedim. Taksiyle bir yerden bir yere gitmeden önce ne kadar tutacagını ögrenmek için hesaplama yapan bir site. www.taksimetrik.com Sitede taksi durakları başlığı olsa da link problem veriyor. Ama ücret hesaplamalarını denedim. Tutuyor. Umarım işinize yarar.

Sevgiler,

4 Haziran 2010 Cuma

Come As You Are - McDonald's Reklamı



McDonald's ın Fransa'da yayınlanan Come As You Are mottolu reklamı eşcinsellere sesleniyor. Niye sesleniyor bilmiyorum. Olmayan bir ayrımcılığı varmış gibi gösterip bunu avantaja çevirmek istemiş olabilirler ama saçma buldum şahsen. Fransa'da hangi eşcinsel McDonald's da dışlandığını düşünüyormuş acaba?

3 Haziran 2010 Perşembe

Günümüze Derya Baykal Gelse


Az once Dogrudan pazarlama iletişimcileri dernegi'nin son haber bulteni düştü posta kutuma. Son projelere hemen göz attım. Jacobs online bir proje yapmış. Jacobs şahane sohbet bahane isimli bir site kurmuşlar. Proje için seçilen ünlü Derya Baykal. Derya Baykal son bir kaç yılda oyuncu kişiliğinin ötesinde ev hanımları için önemli bir medya karakteri oldu. Televizyon'da yaptıgı program ve oynadıgı reklam filmleri bu karakteri son donemde iyice saglamlaştırdı.Yani Jacobs'un karakter seçimini gayet başarılı buldum.
Gelelim Jacobs projesine...Siteye kayıt olup Derya Baykal'ın sordugu soruları cevaplayanlar arasından 6 kişi seçiliyor. Derya Baykal da bu 6 kişinin gününe ( ev hanımlarının pastaları börekleri götürüp sohbetin dibine vurdukları gün:)) davetli olarak katılıyor. Site aslında çok sevimli olmuş ama bence ev hanımlarını hedeflemek için fazla karışık olmuş. Kaldı ki gün yapan ev hanımları kaç saatlerini internette geçiriyor merak ettim. Tabii bu projeyi Derya Baykal'ın tv programında anons edip projeyi o kanaldan desteklemiş de olabilirler. Umarım Jacobs hedefledigi sonuca ulaşmıştır.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Eline, beline, verine hakim ol :)

Görenler görmüş, duyanlar duymuştur ama ben yine de yayınlamak istedim. Microsoft SQL Server 2008 tanıtımı için www.kurumsalreiki.com sitesini yapmışlar. Sitede yayınlanan videolardan bir tanesini aşağıda bulabilirsiniz. Diğerleri için mutlaka siteyi ziyaret edin.
Hepinizin çakrası açık olsun:)

29 Mayıs 2010 Cumartesi

McQueen'den daha yaratıcı bir İngiliz



Rahmetli Alexander McQueen'den sonra en yaratıcı ingilizi sizlere takdim etmek isterim; Karl Maddocks. 25 yaşındaki bu üniversite öğrencisi yeni bir sosyal paylaşım sitesi kurmuş. Skinbook. Hikayenin başı Mark Zuckerberg'inkiyle aynı gibi görünse de Skinbook'un yaratıcısı Adem ile Havva'dan beri çıplaklığın var olduğunu savunan sıkı bir nüdist. O yüzden sitesine de sadece çıplak fotograflı başvuruları kabul ediyor. Lütfen fesatlık edip sitenin erotik içerikli oldugunu düşünmeyin:)Zaten bu şekilde düşünüp üye olmak isteyenler yüzünden günlük başvuruların sadece %10 ununu kabul ediyorlar. Malum, çıplaklık ve pornografi arasında hassas bir çizgi var.Sitenin kalitesini koruyabilmek için epey ugraştıkları kesin. Çıplaklığı sadece rahatlık ve eğlence olaral gören ve bunu doğal karşılayan insanları buluşturmayı hedefliyorlar. Şu anda yaklaşık 9000 üyesi bulunan sitenin 800 kadar üyesi de temmuz ayında buluşacakmış.

Dediğim kadar var değil mi? En az McQueen kadar yaratıcı,hem de kimseyi giydirmeden:)

Fast vs. Fast - Adidas



Adidas'ın yeni kampanyası çok etkileyici olmuş.

28 Mayıs 2010 Cuma

Organik Yiyecek Zincirleri


Bir varmış bir yokmuş...Eski zamanlarda fastfood yokmuş,sebzede meyvede hormon yokmuş, katkısız, doğal yiyecek ve içecekler çok bolmuş.
Şimdi masal gibi anlatmaya başladım ama pek haksız da sayılmam herhalde. Aslında çok eskiye bile gitmeye gerek yok. Bizim çocukluğumuzda sebzeler meyveler sadece mevsimlerinde tüketilirdi.Adım başı hamburger satılmazdı.Sonra gel zaman git zaman herseye hormonlu denilmeye başlandı.Yiyecek içerikleri daha detaylı okunur oldu.Nasıl bereketli birseyse bu hormon, 4 mevsim her sebzeyi bulur olduk. Ve yine nasıl bir ironiyse, kendi kendimize geldiğimiz bu noktadan kurtulmak için büyük bir keşif gibi organik üretimlere saldırmaya başladık.

Dünyada da organik fastfood zincirleri çıkmaya başlamış. Bunlardan bir tanesi California çıkışlı O!Burger . Butun malzemeleri organik olan bu restaurantın etleri de tamamen doğal olarak beslenmiş hayvanlardan sağlanıyor.

O!Burger dan biraz daha farklı olarak hizmet veren Organic to Go Home daha şık ve daha geniş bir konsepte sahip. ABD genelinde bir kaç lokasyonda şubesi olup aynı zamanda etkinlikler için de catering hizmeti veriyor.

Diyeceğim şudur ki, tüketici eğilimleri bazında niş gruplara hizmet verdikleri için takdir ettim ama OTG nin Washington DC.de şubesini kapattıgını ogrenince, bu tuketim egiliminin ne kadar fazla oldugunu dusunmeden edemedim.

Sevgiler,