Pages

20 Ocak 2008 Pazar

Varolup da varlığını yaşayamadığımız yokluklar

Bu yazıyı yazmadan önce başlığı geldi aklıma. Aslında sadece başlık bile benim için çok anlamlı. Yokluklar aslında olmadıkları halde hayatımızda ne kadar cok yer kaplıyorlar. Hep hayatımızda olmayan ama olmasını istediğimiz şeyleri telaffuz ediyoruz. En basit haliyle " Hiç siyah ayakkabım yok. Bir tane ihtiyacım var " diyen ve bu cümleyi farklı nesnelerle kuran bir sürü kadın tanıyorum. Siz hiç " Benim çok güzel siyah bir ayakkabım var. Çok mutluyum " diyen birisini duydunuz mu? :) Şimdi bu iki cümleyle "varlık" ve "yokluk" kavramını anlatmaya çalıştım. Bir de varlıkla yokluk arasında olanlar vardır. ( bahsettiğim varlık ve yokluk maddiyatla alakalı değildir. Var olmak ve yok olmak anlamındadır:) belirtesim geldi)

Lafı uzatmadan bu varlıkla yokluk arasındakilere gelelim. Bu, arada kalanları da aslında şu basit cümleyle anlatabiliriz; " Benim çok güzel siyah bir ayakkabım var ama bulamıyorum. Nerde ki acaba?" :) Sanırım biraz da olsa kafamdaki konumlandırmayı aktarabildim. Ben bu son kategorideki cümlelerin sarf edilmesine çok üzülüyorum. Hayatınızda bir şeyin ( biz buna ayakkabı diyelim ) varlığından haberdarsınız. Bir yerler var olduğunu da biliyorsunuz ama onu doyasıya giyemiyorsunuz. Belki de gördüğünüz en güzel siyah ayakkabı ve hatta sizin olmuş ama ortalarda yok. Hiç ayağınıza giyip de insanlara sahip olduğunuz bu güzel ayakkabıyı gösteremediniz. Belki de giyseniz ayağınızı vuracak ama ona bile fırsat olmadı ki...
Sizin hayatınızda böyle varolan ama yaşayamadığımız, doyasıya benimseyemediğimiz duygular, nesneler ya da "varlıklar" olmadı mı hiç? İşte tüm bu eksiklikler için yazdım bu yazıyı. Varlığına sevinirken bir yandan da yokluğuna üzüldüğümüz herşey için yazdım. Tıpkı ayakları tutmayan susamış bir teyzenin uzanamadığı komodindeki su dolu bardağa bakması gibi...Uzanma mesafesinde olup da uzanamamak mı daha acı yoksa uzanabilecek kudrette olup da bardağın boş olması mı? Ben çözemedim. İtiraf ediyorum.

Sevgiler

Not: Çok simgesel bir yazı oldu sanırım. Ama bunu yazmaya ihtiyacım vardı:)

14 Ocak 2008 Pazartesi

Mutlu musunuz?

Bu yazı içinizi biraz sıkabilir. Bunu baştan söylüyorum ki mutsuz olursanız sorumlusu olmayı kabul etmiyorum.Gelelim şimdi yazıya.

Bugünlerde çevremde bir mutsuzluk salgını olduğunu hissediyorum, görüyorum hatta işitiyorum. İnsanların yüzlerinden, sözlerinden ve tavırlarından hayatlarından memnun olmadıklarını fark ediyorum. Ben genel olarak mutsuz ve melankolik bir insan değilim. Bu nedenle, kendi iç mutsuzluğumdan yola çıkarak yazmaya başlamadığımı belirtmek isterim. Bugün öğlene kadar konuştuğum 2 kişi de bana durup dururken mutsuz olduklarını söylediler. Haliyle ben de tamamen insani bir tepkiyle " Neden ? " dedim. Hem özel hem de iş hayatlarında mutsuz olduklarını söylediler. "çekip gitmek" istediklerini söylediler. Nedir bu insanlardaki çekip gitme arzusu? Acaba zor zamanlarda sorumsuzluk yapıp da kafalarını yorganın altına çekmek kolay mı geliyor?
Durup duruken bana mutsuzluklarını dile getiren iki kişiden sonra ben de sorabildigim insalara şunu sordum; "Mutlu musun?". Bakın aldığım bazı cevaplar;

Diyalog 1

-Mutlu musun?

-Sanırım mutluyum.

- Nasıl anlıyorsun mutlu oldugunu?

-Mutsuz günlerimi hatırlıyorum.

- Hmm mantıklı:)

Diyalog 2

-Mutlu musun?

-Süperim diyemem.

-Mutsuzluğundaki pay ne?

-Çok damardan giriyosun ama sen de...:)

-Yani özel hayat mı yoksa iş mi?

-Özel hayat...bu aralar kendimi çok yalnız hissediyorum

-Herkeste var bu aralar. ( Teselli etmek lazım:) )

İşte dereceli mutluluklar ya da mutsuzluklar...Kimisi çekip gitmek istiyor kimisi tecrübe ettiği mutsuzluklardan yola çıkarak mutlu oluyor. Benim kişisel yorumum da şu şekilde; İnsanların aslında hayatları iki kanaldan oluşuyor. İkili özel ilişkileri ( sevgili, eş, flört ) ve iş hayatları. Bunlardan bir tanesinde işler yolunda gidiyorsa mutlu hissedebiliyor insan. Bunlardan ikisinde de sorunlar yaşıyorsa mutsuzluğun içine düşüyorsunuz. Ama ikisi de iyi gidiyorsa harikasınız ve aradaki kucuk tatsızlıkları da mutsuzluk olarak görmüyorsunuz bile:)

Şimdi ben mutsuzlar için bir kaç şey söylemek istiyorum.

  1. Hayatımızda bizi mutsuz eden durumların dışında farklı mutluluklar bulmaya çalışmak zorundayız. Özellikle kesip atamadığımız veya değiştiremediğimiz durumlarda bunu yapmalıyız. Bazen görmezden gelmek bile mutsuzlugu azaltabiliyor. Ama bunu söylerken problemleri yoksayın demek istemiyorum. Bu, sadece değiştirmeye gücünüzün yetmediği konularda geçerli.( trafik gibi:) )
  2. Hiç kimse doğduğu andan itibaren mutsuz değildir. Eskiden sizi mutlu eden şeyleri hatırlayın ve şimdi hayatınızda olup olmadığına bakın. Belki bıraktıgınız eski bir hobi,uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaş ya da tadını unuttuğunuz bir yemek... ( Çok mu iyimser oldum ne :) ) Ama bir zamanlar bizi mutlu etmeyi başardılarsa ve bizde de çok buyuk degisiklikler olmadıysa neden bize yine mutlu edemesinler ki?
  3. İnsanlara sorun. "Mutlu musun ?" diyin. Çünkü başkalarının mutsuzluklarını ya da mutluluklarını ve nedenlerini dinlerken kendi içinizde farklı bakış açıları yakalabiliyorsunuz. En kötü ihtimalle kader ortağı buldugunuz için bir nebze de olsa kendinizi yalnız hissetmekten kurtulursunuz:)

Görüşmek üzere;)

2 Ocak 2008 Çarşamba

İyi Reklam Kötü Hizmet

Haftaya çarşambadan başlamak ne harika birşey. Evde dinlenmekle geçirdiğim tatil günleri beni çok mutlu etti. Bu dinlendiğim günlerde televizyonla da aramda bir bağ oluştu:) Kumandanın gücünün farkına vardım. Aslında ben çok fazla reklamlarda kanal değiştiren birisi değilimdir. Hatta küçükken rahmetli dedem "reklam bilmece" diye oyun bile oynatırdı bize. Reklam kuşağında sırayla çıkan reklamların hangi markanın reklamı oldugunu ilk bilen galip gelirdi. Reklamı gördüğüm anda bilsem de bilmesem de avazım çıktıgı kadar bagırırdım aklıma ilk gelen markayı. Çocuk oyalamak için güzel bir yöntem seçmiş dedem:)
Haftasonu da bir reklam filmi fark ettim. Aslında bu reklam çok da yeni olmayabilir. Bilmiyorum. Ben yeni fark ettim diyelim. Bir banka reklamı. Türk insanlarının yardımseverliğini, pratik zekasını ve girişkenliğini vurgulayan, görsel olarak çok başarılı bir reklam filmi olmuş. Reklamın sonuna kadar ne reklamı olduğunu anlayamadığımız türden bir film. Ama ben kendi adıma esas şoku reklamın hangi bankaya ait oldugunu gördüğümde yaşadım. Vakıfbank...

Vakıfbank, bu kadar iyi niyetli, gülümseten, sıcak ve samimi bir reklamı hak etmiyor benim gözümde. Bunu tamamen bir müşteri olarak söylüyorum. Zaten bankalarda zaman geçirmekten haz etmeyen ve bunu minimize etmiş birisi olarak çok nadiren banka şubelerine giderim. Ve en kötü hizmeti de Vakıfbank'tan almışımdır.
Bir süre önce anneannemin emekli maaşını çekmek için gitmiştim bu bankanın bir şubesine. İçeride genellikle yaşlı insanlar vardı. ( Bu belki de emekli maaş günü olduğu içindir ) Hizmet edilen yaş grubu zaman zaman çalışanların daha anlayışlı olmasını gerektirir. Özellikle çocuklar ve yaşlılar için durum böyledir. Gelin görün ki, bu bankanın personeli bırakın " daha anlayışlı " olmayı, standart hizmet kalitesinden bile yoksun. O gün sinir sahibi olmuş bir şekilde şubeden ayrılmıştım.

Şimdi düşünüyorum. Sunulan hizmetle alakası olmayan bir reklam filmi ne kadar etkili olabilir ki? Yaşadığım tecrübeden sonra beni anneannemden başka kimse tekrar o bankanın bir şubesine sokamaz:) Hiç bir reklam filmi bunu sağlayamaz.

Buyrun siz de izleyin ve filmi tekrar hatırlayın.

http://www.youtube.com/watch?v=kANKOwYUnGk

Sevgiler,