Pages

5 Ağustos 2011 Cuma

Hem Çirkin Hem Güzel "Şey"

İyi, kötü, doğru, yanlış, güzel, çirkin...Birbirinin tam karşısında duran bu sözcükleri sıradan bir gün içerisinde bile ne kadar çok kullanıyoruz. Bir şeyleri tanımlamak için bazen çok doğru gelen bu sözcüklerin hepsi aslında içerisinde kendi karşıtını da barındırıyor.
Bazen "çirkin" olarak adlandırğım bir "şey" in, aslında bir noktada garip bir güzelliğini fark edebiliyorum. Ya da adlandıramadığım bir ikileme giriyorum; güzel mi çirkin mi, iyi mi kötü mü karar veremiyorum.

İşte geçen gün gezdiğim sergi, tam olarak bu ikilemin ortasında durmama sebep oldu. Baktığım "şey" ilk önce ürküttü,sonra sevimli geldi, sonra garipsedim; ama hem duruşu hem de hissettirdiği o kadar gerçekçiydi ki direnemedim. Sonra gerçekten güzel ve çirkinin iç içeliğindeki garip yerde kalakaladım.

Bir "şey" düşünün. Biraz insan, biraz hayvan ama hem insandan hem de hayvandan daha duygu yüklü bakışlara sahip, canlı olmadığı halde içininizi ısıtabilen ve neredeyse hadi arkadaş olalım diyebileceğiniz samimiyette.

Yazıma bu kez sondan başladım. Önce hissettiklerimi yazmak istedim. Ne'den bahsettiğimi bilmediğiniz için size hiç bir anlam ifade etmiyor olabilir. O zaman, mutlaka İstiklal Caddesi'ndeki Arter sanat galerisine uğrayın. Yazdığım her kelimeyi bana hissettiren sergi, galerinin ilk üç katına yayılmış durumda. Her bir kat yukarı çıkışımda biraz daha etkilendiğim kesin.

Patricia Piccinini, 1997'den beri ortaya çıkardığı eserlerinden bazılarını sergiliyor. İstanbul'daki ilk solo sergiymiş. Serginin adı Hold me Close to Your Heart ( Beni Bağrına Bas ). Sergide 20'den fazla eser var. Kendisi, Sierra Leone doğumlu bir Avusturalyalı.

Fotoğraf makinamı unutmamış olsaydım bir kaç güzel fotoğraf paylaşmak isterdim. Yine de telefonla çektiğim tek bir kareyi aşağıda bulabilirsiniz. Fotoğrafta gördüklerinizle yakından görecekleriniz çok farklı olacaktır. Ben, burnumun dibindeki bu sergiye yeni gittiğim içim kendime kızdım. 22 Haziran'da başlamış ve 21 Ağustos'da bitiyor. Gidip gezmenizi tavsiye ederim.


Davetli Misafir

Sevgiler,

31 Temmuz 2011 Pazar

Ben Bir Bağımlıy(mış)ım! Ya siz?

Ben 1981 doğumluyum. Benim çocukluğumda cep telefonu yoktu.Internet yoktu.Sonra internetle, cep telefonuyla tanıştık.IRC,ICQ vardı sadece internette sosyalleşmek için. Sonra msn çıktı.Birgün cep telefonlarından internete girebiliyor olduk. Hiç anlamadan oldu tüm bunlar.Hatta artık onlara cep telefonu bile demez olduk. Iphone, Blackberry, Galaxy ve başka bir sürü şey oldu isimleri. Sonra facebook, twitter, whats app, blackberry messenger...Artık telefonda mesajlaşmayı unuttuk neredeyse.Anılarımızın yegane göstergesi olan fotoğraflar, videolar hep bu akıllı telefonlarla ölümsüzleştirilmeye başladı. Gazeteyi bile telefondan okuyoruz.Banka işlemlerimizi telefondan yapıyoruz.Uçak bileti alıyoruz.Yön bulmak için kullanıyoruz. Hatta saatini sorduğunuz zaman bile insanların çoğu telefonundaki saate bakarak cevap veriyor. Belki de şimdi aklıma gelmeyen başka bir sürü şey. Bu telefonlar gerçekten akıllı:)

Peki bu akıllı cihazların hayatımızda ne kadar yer kapladıklarının farkında mısınız? Sabah uyanınca ilk işi telefonuna sarılıp gelen e-postalarını kontrol etmek olan, tuvalete elinde telefonuyla girip oyun oynayan, takside,otobüste, arabada facebook,twitter'da gezinen,sıkıldığı toplantıda başka bir akıllı telefon kullanıcısı olan arkadaşına "pişştt naber?" diye yazan insan sayısının ne kadar fazla olduğunun farkında mısınız? Belki günlük hayatta bunları yaparken çok sıradan olduğunu düşünüyoruz. Hayatımızın bir parçası olarak görüyoruz. Ama farkına varmak lazım ki bu akıllı telefonlar bizim en iyi arkadaşımız olmuş ve zamanımızın büyük bir kısmını ele geçirmiş durumda.

Evet, şunu söyleyebilirim ki ben bir  crackberry olmuşum! Hem de hiç farkında olmadan.




















2 gün önce sevgili arkadaşım blackberry'imi kaybettim.Acımız büyüktü. Hem kaybından hem de kayboluş şeklinden -Bagaj yerleştirmek için arabanın üstüne koyup sonra da tam gaz gidip blackberry'min ölümüne sebep olmuştum.Hatta bu kayıp için, havaalanından aldığım ve bagajlarını yerleştirdiğimiz arkadaşımı bile suçlamıştım bir ara. O gelmeseydi, ben onu almak için oraya gitmeseydim,valizleri yerleştirmek zorunda kalmasaydım, blackberry'mi arabanın üzerine koymazdım!- Kaybolduğunu fark ettiğimde artık çok geçti. Kim bilir kaç araç hızla ezip geçmişti onu. İlk dakikalarda neyse, sağlık olsun diyebilecek soğukkanlılığa sahiptim. Ama yavaş yavaş bütün damarlarımda büzülmeler başladı. Buluşacağım arkadaşımı aramam gerekiyordu. Anneme iyi olduğumu haber vermem gerekiyordu.Son çektiğim fotoğrafları bilgisayarıma yüklememiş olmamsa tamamen tembelliğimdendi. Telefon iletişimi kolaydı. Yanımdakilerden sağlayabilirdim.Zaten, sadece yarına kadar beklemem gerekiyordu. Yani sadece 15 saat telefonsuz kalacaktım!

Eve geldiğimde beni teskin etmeye çalıştılar.Ben de çaktırmamaya çalışıyordum ama yanımdaki diğer blackberry'ler o muhteşem (!) ringer classicphone melodisiyle (klasik blackberry melodisi) çaldıkça elim telefonumu arıyordu.Belirli aralıklarla son dakika haberlere bakmak, yeni tweetleri okumak, blackberry messenger'dan birilerine birşeyler yazmak istiyordum. Her seferinde, sevgili blackberry'min acısını duyuyordum; derinlerde bir yerde.Gece bir ara uyandığımda, saate bakmak için elimi komidine uzattım. Çünkü hep orada dururdu. Unutmuştum o gece olmadığını. Sabah da aynı şekilde oldu.

Artık daha fazla onsuzluğa dayanamazdım. Evet,tabi ki yeni alacağım, eskisinin yerini tutamazdı. Ne de olsa,onca şey paylaşmıştık. Onca önemli e-posta trafiği, mesajlaşma, fotoğraflanan anılara aracılık yapmıştı. Canımın en sıkıldığı zamanlarda beni eğlendirmişti. Yapacak bir şey yoktu. Önce hattımı yenilettim.Hemen yeni blackberry'mi seçtim. Sonra bütün e-posta kurulumları, uygulamaların yüklenmesi derken, yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Tabii şu anda yeni yeni ısınıyoruz birbirimize. Biraz paylaşıma ihtiyacımız var:)

İşte bağımlı olduğumu böyle fark ettim. Siz de bir bağımlı olabilirsiniz.Kendi iradenizle akıllı telefonunuzu kapalı duruma getirmenizden bahsetmiyorum. Hiç beklenmedik bir şekilde hayatınızdan çıkması, esas zor olan.

Bu yazıyı okuduktan sonra ama ben böyle değilim ki demeniz muhtemeldir. Unutmayınız, bağımlılığın ilk göstergelerinden birisi inkar etmektir;)

Sevgiler,


28 Temmuz 2011 Perşembe

Aşk, Sanat ve Hayatta Kalmak


"Kahkahalar. Hayatta kalabilmek için önemli bir malzeme.Ve biz sık sık kahkaha atardık"

                                                                                                     Patti Smith, Çoluk Çocuk

  • 20 yaşındayken,evlilik dışı bebeğinizi evlatlık verebilir misiniz?
  • Cebinizdeki son parayla New York'a tek yön bilet alabilir misiniz?
  • Bir evsiz olmayı göze alabilir misiniz?
  • Sanat ve kendini keşfetmek uğruna terk edilmeyi sindirebilir misiniz?

Ve onca zaman, sefaletle mücadele edip gerçek bir sanatçı olabilir misiniz?

2010 New York Times en çok satan ödülünü kazanan Patti Smith'in Çoluk Çocuk kitabından bahsediyorum. Bu kitabı okuyana kadar Patti Smith'in hayatı hakkında bu kadar çok şey bilmiyordum. Yukarıdaki soruların yanıtlarını Patti Smith bu kitapta veriyor; kendi adına.

Patti Smith, Çoluk Çocuk

1967'de, içindeki sanatı bulmak için ve kesinlikle tanrının da yardımıyla New York'a gittikten sonra başlıyor hikaye. Gecenin karanlığında, karşısına çıkan Robert Mapplethorpe ise Patti'nin hikayesine bir tutam aşk, bir parça terk ediliş ve sanat yolunda çok sıkı bir dostluk katıyor.

Janis Joplin, Jimi Hendrix ve Brian Jones gibi bir çok isimle karşılaşıyorsunuz kitabın sayfalarında. Dönemin şartlarını, aşk,sanat ve hayatta kalma üçgeninde en içten şekilde anlatıyor. Vay be diyorsunuz bazen, ya da tıpkı ben gibi diye yakın duruyorsunuz onca yıl öncesine.

Gerçek bir dönem hikayesi okumak isteyenlere tavsiye ederim.

Sevgiler,






14 Ocak 2011 Cuma

Hayatın İçindeki Teşhir Salonu "Blogger's Base"

Cafe, konser salonu, toplantı odası,ofis ve ev...Blogger's Base kendini tanımlarken tüm mekan içeriklerini kullanıyor. Blogger'lara özel bir mekan gibi görünse de kapıları yaratıcılığı destekleyen, fark yaratmayı seven, yaratanları daha çok seven, yenilikçi,ruhu ve zihni özgür bırakmak isteyen herkese açık. Renkli ve farklı atmosferi ilk bakışta dikkat çekiyor. Hem iş hem eğlence hem de sanatsal sebeplerden ziyareti hak eden bir oluşum. Galata'da olması da ayrıca güzel.İçerisinde Cafe Nero ve 75 kişilik bir konser salonu bulunan bu sıradışı mekanın daha detaylı sunumunu aşağıda izleyebilirsiniz.

12 Ocak 2011 Çarşamba

T-Mobile Heathrow Havaalanı Çıkartması


T-Mobile Liverpool Tren İstasyonu'ndan ve Trafalgar Meydanı'ndan sonra, son olarak Heathrow Havaalanı'nın en işlek terminallerinden birisi olan 5. terminalde yine harika bir iş çıkartmış. Viral videoyu izlediğinizde ne demek istedigimi anlayacaksınız. Daha önceki T-Mobile videolarını izleyenler için bir devam niteleği taşıyacak olup ilk defa izleyenler için şaşkınlık yaratacağını garanti ederim.

The boys are back in town, return of the mack, at last, passenger gibi şarkıları bir de T-Mobile ekibinden dinleyin:)





Etkinlik sonrasında bakın havaalanı ziyaretçileri nasıl yorumlar yapmışlar?