Pages

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Ayakkabı Tutkunlarına Özel

Giy giyebilirsen ayakkabıları














Devamı için tıklayın


via in between meals

23 Temmuz 2010 Cuma

Bugün Başıma Gelenler

Bugün evde bilgisayar başında dalmışım. Açık balkon kapısından birisinin "ev sahibi burada mı?" diye seslendiğini duydum. Biz müstakil evlerden oluşan bir sitede oturuyoruz. Her evin kendi bahçe kapısı var ama geceleri gelen gezici güvenlik görevlisi ve güvenlik kameraları dışında tek bir kapıdan kontrol edilebilen bir güvenlik sistemi yok. Neyse yani bu bana seslenen çocukcagız(!) da elini kolunu sallayarak girmiş siteye. Balkondan bana seslendigini duyunca içerden şöyle dönüp bir baktım. 20 li yaşların başında, sıcaktan bunalmış bir genç görünce elektrik,su vs gibi birşey için geldi sandım.

- "Buyrun" dedim.

- "Anneniz evde mi ?"

- "Ben yardımcı olayım"

- "Ev sahibi misiniz?"

- "Evet" dedim ve dememle hikaye başladı. Omzuna çapraz taktığı çantasından üzerinde çiçek ve bitki resimlerinin oldugu Linx marka gayet dandik bir karton ambalaj çıkardı. Ve başladı anlatmaya;

"Biz bir şampuan tanıtımı yapıyoruz.Maranki'nin formülünü oluşturdugu bir şampuan.1 Agustos'dan itibaren ezcanelerde satılaca. Doğuş Çay benim gibi öğrencilere burs verdi. Ve bursun karşılığında biz de onlar adına bu dağıtımı yapıyoruz. Bu şampuan kepeklenmeye, saç dökülmesine, cilt kuruluğuna, yağlanmaya iyi geliyor. Hatta vücudunuzda yağlanma olan bölgeye sürüp 10 dk bekletiyorsunuz. Sonra yıkadıgınızda o bölgeyi de zayıflatıyor" dedi.

Tabii ben şaşkınlıkla bir şampuanın bu kadar şeye aynı anda nasıl iyi geldiğini düşünürken çocuk konuşmaya devam etti. Zaten o kadar hızlı konuşuyordu ki takip etmekte zorlandım ama işin nereye varacagını merak ettiğimden durdurmadım.

Devam etti...

"Ayrıca, bu şampuan kutularında hediye kazanma şansınız da var. Kutulardan cep telefonu, yarım altın ve epilasyon cihazı çıkabilir. Yalnız şunu belirtmem gerekir. Eğer kutunuzdan hediye çıkarsa bu dagıtımı yapan biz öğrencilere yardım maksatlı 50 tl bağışta bulunmanız gerekiyor"

Hmmm..İşte başladık dedim içimden ama hiç ses etmedim.

-"Tamam açın lutfen kutuyu" dedim ve bunu dedigim anda kutunun icinden epilasyon cihazı cıkacagını tahmin ettim. Cunku en az ederi olan hediye oydu.

Tataaaaamm...Kutu açıldı ve ben o Braun çakması Bravun marka epilasyon cihazını kazanmış oldum. Yüzümde pis bir sırıtmayla çocuğun "işte kazandınız, çok şanslısınız" gibi gazlamalarını dinlemeye koyuldum. Sonra cocuga bir kaç soru sordum. Cevap verirken hafiften bir laubalilik hissettim. Zaten anneniz evde mi demesinden benim küçük oldugumu zannetigini anlamıştım. Hemen çocuga hafif bir uyarı geçip, yaşımın sandıgı kadar kucuk olmadıgını ve tanıtım gibi konularda profesyonel anlamda bilgi sahibi oldugumu açıkladım.

Hemen dağıtım ve tanıtım için izin kağıtlarını istedim. Bana vergi levhası fotokopisi çıkardı. Doğuş Cay'ı arayıp sorsam bu dagıtımdan haberleri var mı dedim. Aslında biz bursumuzu Doğuş Çay'dan aldık ama dagıtımı Efsane Kozmetik adına yapıyoruz dedi. Hemen onumde açık olan bilgisayarımdan bir arama yaptım. Çıkan ilk sayfada Efsane Dolandırıcılık haberine rastladım. Başından beri olanlar tıpkı haberde anlatıldıgı gibiydi.

Çocuk ben bu habere bakarken çantaşından bir makbuz çıkarttı. Tıpkı haberdeki fotografdaki makbuz gibiydi:) Uzerinde yazanlar dahil hersey aynıydı.Başka Efsane Kozmetik'dir dedi. O zaman web sayfanızı ver dedim. Verdigi saçma adres açılmadı tabi ki.Ayak üstü hiç tahmin etmediği soruları sorup, yaptığının yanlışlığını anlatıp (tabi anladıysa)postaladım çocugu. Her ne kadar bu vermediğim 50 liranın onun ödemesinden kesileceğini söylese de o kadar çok desteksiz yalan attı ki vicdanım zerre kadar etkilenmedi.

Hemen akabinde Doğuş Çay'ı arayıp konuyu anlattım. İlk vaka değilmişim tabi ki. İletişim bilgilerimi ve olayla ilgili bazı bilgileri aldılar benden.O anda nasıl olduysa polisi arayamadım. Sanırım biraz yalnız olmamın verdigi endişeden biraz da şaşkınlıktan arayamadım.

Bu kadar ugraşıp kapı kapı milleti dolandırana kadar, aynı emeği yasal bir iş için harcasalar eminim çok daha fazlasını kazanırlar. Ama zihniyet ve ahlak meselesi işte...

Bu olayı mümkün oldugunca cevrenizdekilerle paylaşın lütfen.

Sevgiler,

21 Temmuz 2010 Çarşamba

İstanbul Hatırası




Yine bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Aslında niyetim kitabın methiyesini yazmak falan degil. Gerçi Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası gerçekten çok güzel bir roman. Özellikle tarih ve kısmen polisiye severler için bir solukta bitirilecek cinsten bir kitap. Bir seri cinayet vakasını İstanbul'un tarihiyle harmanlayıp anlatmış Ahmet Ümit.

Kitabı okurken İstanbul ve İstanbul'daki tarihi eserlerle ilgili çok ilginç bilgiler öğrendim. Kadıköy'e Körler Ülkesi dendiğini, Çemberlitaş'daki Dikilitaş'ın aslında Romalılar zamanında Mısır'dan getirtildiği ni,Roma döneminden kalma Yerebatan Sarnıcı'nın ancak 1987 yılında bakım onarımdan geçirildiğini ve bunun gibi daha bir sürü bilgiyi bu kitapta öğrendim. İşin ilginç yanı, kitabı okurken 11 yıldır İstanbul'da yaşadığımı düşünüp kim bilir kaç kez bu adı geçen yerlerde bulundugumu fark ettim. Ama hiç bir zaman tarihini bu derece öğrenememiştim.Düşünsenize, Ayasofya'nın son görkemli hali aslında 3. kez inşaasından sonra ortaya çıkıyor.Son hali de imparator Jüstinyen tarafından yaptırılmış.(Tabii Fatih Sulan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmeden önce)

Şimdi oturup kitaptan edindiğim bilgileri bıdı bıdı şeklinde size satmayacagım tabi ki. İstanbul'u tüm karmaşasına, bozuk alt yapısına ve keşmekeşine rağmen çok sevdim hep. Zaten bildigimi sandıgım tarihini bir de bi kaç satır daha fazla öğrenince iyice etkilendim.
Tarih okumayı severim ve ilgilendigimi de düşünürdüm ama insan bazen burnunun ucundaki tarihe bile yabancı oldugunu utanarak fark ediyor.Bu kitabı okurken şöyle bir karar aldım, en kısa zamanda bir tur rehberiyle birlikte İstanbul'u yeniden keşfedeceğim. Bu şehir en azından bu kadarını hak ediyor; daha iyi anlaşılmak

Sevgiler,

20 Temmuz 2010 Salı

Bir Klişeyle Başlayıp Diğeriyle Bitirmek



Çok klişe olacak başlangıç cumlem belki ama oyle baslamak istedim.

Herkesin bir hikayesi var bu hayatta. Herkesin anlatacak bir hikayesi, dinlenmesini istedigi bir kaç cümlesi var. Kimileri hüzünlü kimileri umutlu...Ama herkes özel oldugunu sanıyor hikayesinin. Evet belki herkes kendi hikayesinde çok özel ama herkesin hikayesi birbirinin dengi aslında. Hayat bana gülerken sana tokat atıyor sanma. Hayat sırayla hepimizi bir seviyor bir incitiyor. Kızacak birşey de yok bunda aslında. Kaide bu, yaşamda.Sevinmesek incidigimizi ya da incinmesek sevindigimizi fark etmeyecegiz belki de.

Şu anda sen bunları okurken üzgünsen eğer emin ol bir kaç adım ötende başka biri daha vardır benzer dertten muzdarip.Ya aşktan kalbi sızlıyordur, ya işin içinden çıkamamıştır ya da "niye yine ben" diye sorguluyordur yaşamı.

O yüzden biraz daha oluruna bırakmalı belki de. Boşvermişlik değil ama oluruna bırakmak dediğim şey. İsyan etmemek, nedeni aşikarken olanları sorgulamamak...Belki de bir başkasının derdine ortak olup hem onunkini hem kendininkini biraz hafifletmek.

Bir klişeyle başlamıştım yazıma. Yine bir benzeriyle bitireyim sözümü. Dertler, sorunlar paylaşıldıkça azalıyor gerçekten. Çünkü bir benzerini görmek yalnız olmadıgını hissettiriyor her seferinde, istisnasız. Deneyin derim.

Sevgiler,

14 Temmuz 2010 Çarşamba

"Küçük Aptalın Büyük Dünyası"


Blog yazarı olmama ragmen ve bir cok blogu takip ettigimi dusunmeme ragmen en çok takip edilen bloglardan birisi olan Pucca Gunluk'u kısa zaman önce duydum. Gazetelerde röportajları yayınlanan, milletin yazılarını gün be gün takip ettigi bu blogger kardesimizin Haziran'da kitabı çıktı. Kitapçıda kitabın içinden bir kaç satır okuyayım derken baktım ayak üstü 3 sayfa okumuşum. Kitap kendini diğer kardesleriyle birlikte kasada buldu. Neyse işte, Küçük Aptalın Büyük Dünyası kitabın adı. Ortalarındayım şimdi. Pucca'nın da dedigi gibi, her kadının içinden geçenleri ve hatta yaptıklarını yazmış. Yani çok doğal olmuş.Tabii bunda adını deşifre etmeyişinin de payı vardır. Evet argonun bini bir para ama rahatsız etmiyor okurken. Eğleniyorsunuz. Romantik komedi izlemekten farksız. Tek farkla, hepsi gerçek. Arada çocukluguna dönüp yazdıgı satırlarda 80 li tayfanın da mutlaka kendinden birseyler bulacagına eminim. Bu arada kitapla blogdaki yazılar aynı değil. Bu da ayrı bir güzellik. Blog un adresi http://passiflora-rapunzel.blogspot.com/ ( Benim gibi geç ögrenmiş olabilecekler icin:))

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Milletin topuğu, ayağını mı vurdu ey ahali?

Yaz geldi Bodrum, Dalaman seferleri kalabalıklaştı. Havaalanı geyikleri arttı.Orda burda okuyorum. Twitter da görüyorum. Milletin topuklu ayakkabısına takmışlar kafayı. Aman efendim seyahat rahat edilirmiş.Ne gerek varmış topuklu giymeye. Milletin giyimine kuşamına karışmayı pek iş biliriz zaten. Türban meselesinden sonra bir de topuklu meselesi çıktı başımıza. Sanki senin ayaklarınla giyiyor ayakkabıyı. Şimdi beni tanıyanlar bilirler topuklusunu da severim düzünü de ayakkabının. "İçinizden, bu da havaalanında topuklu giyiyor herhalde. Ondan bu tepkisi" demeyin diye açıklıyorum. Seyahatlere genelde terlik veya spor ayakkabıyla çıkarım ama canım isterse 13 lük topukluları da çekebilirim ayagıma.Son olarak şunu ekleyeyim;nBu konuyla ilgili eleştirenleri not ettim bir yere. Birisini havaalanında topukluyla görürsem yapıştırıcam lafı:)

Sevgiler,