Pages

3 Ekim 2012 Çarşamba

Bu Bir Reklam Değildir

Dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. Konuya doğrudan gireceğim ama hepsinden önce bunun bir reklam yazısı olmadığını özellikle belirtmek istiyorum. Bugüne kadar kırmızı kaplı defter'i hiç bir ürün, hizmet veya marka için reklam maksatlı kullanmadım. Kullanmayacağıma da emin olabilirsiniz. Kişisel olarak sevdiğim, beğendiğim veya rahatsız olduğum konuları aktardım sadece. Lütfen bu yazıyı da bunu göz önünde bulundurarak okuyun.

Geçelim yazımın içeriğine. Geçenlerde güzel bir davet aldım. Ofiste sinema keyfine çağırdılar. Önce biraz tereddüt ettim ne yalan söyliyeyim. Ofis vs. sinema keyfi... Programım uygun olunca, uzun zamandır da sinemaya gitmediğimi düşününce kabul ettim. Ofisten içeriye girer girmez iyi ki gelmişim dedim:) Evimde hissedeceğim bir konseptle (tabii ki bu konsepte mısır, içecek, minik atıştırmalıklar da dahil:)) karşılaştım. Evet, aslında bu bir tanıtım davetiydi ama açıkçası benim odaklandığım nokta film ve geçireceğim sinema keyfi oldu. Filmi izlemeye başlamadan önce ürün müdürü kısaca ürünle ilgili bazı bilgiler verdi. Sizce ilgilendim mi? Maalesef hayır:) Sevindirici olan ise ürün müdürünün bu keyifli etkinliği satış konuşmasına çevirmeden kısaca bitirmesiydi. Kendisine ayrıca teşekkür ederim.

Ve işte ışıklar kapandı, perdede film göründü ve ben bir ofiste olduğumu unutarak mısırımı yiyip, içeceğim eşliğinde filme daldım. Şansıma film de güzel bir romantik komediydi. Film bittiğinde, kendimi ürün müdürünün yanında buldum. Film başlamadan önce muhtemelen zaten anlattığı şeyleri bir kadın olarak, kendi anlayacağım şekilde sorarken buldum kendimi. Yazının başından beri ürünün ne olduğunu söylemediğimin farkındayım. Dedim ya, reklam kokan hareketleri sevmiyorum. Ürün, bir projeksiyon cihazı. Benim için sadece ofiste sunum yaparken açıp kapatmaktan başka bir özelliğini bilmediğim, gittiğim toplantılarda önünden geçerek gölgemle toplantıyı bölmemem gereken bir cihazdı kendisi o ana kadar. Meğer, bu projeksiyonlar eğlencenin ta kendisiymiş sevgili arkadaşlar:) Bugüne kadar televizyon karşısında izlediğim her şeyi çok daha geniş ve gözlerim yorulmadan da izleyebilirmişim. Öyle büyük salona da ihtiyaç yokmuş. Dar alanda kısa paslaşmalara girebiliyormuşuz. Salonumuzun büyüklüğü çok da mühim değilmiş. Öyle ayaklı perde olmadan da tavandan çekilen perdelerle, ortalık dağılmadan, toplama-kaldırma derdi olmadan sehpanın bir ucuna iliştirerek dakikalar içerisinde "Hangi filmi izlesek?" konseptine geçebiliyormuşuz. Şahsen ben olayın bu kadar pratik olduğunu bilmiyordum. Bir de arada babamla maç izlemek için gittiğim yemekli organizasyonlarda projeksiyonla yakınlaşırdım ki bu noktada renklerin renksizliği hangi takımı tuttuğumu bile unutturuyordu bana. O sebeptendir ki, projeksiyon deyince aklıma ilk gelen şeyler sunum ve renksiz maçlardı maalesef. İşte pratiklik, kolay kurulumun dışında ikinci vurulduğum şey de görüntü kalitesi oldu. Malum, renkli bir kişiğim olduğundan, canlı renkli görüntülere önem veriyorum :)

Romantik komedi izledik deyip Batman'dan bir fotoğraf koymam şaşırtmasın sizi. Film başlamadan önce ekranda farklı görüntüler dönüyordu.

Diyeceğim şudur ki; ilk defa bir projeksiyon cihazıyla yakın temasa geçtim ve bunu bana keyifle sunan BenQ'ya teşekkür etmezsem olmaz. Yeni çıkardıkları bu zahmetsiz ve kadınların hayali olan kolay kurulum, kompakt kullanım (1 mt den izlenebiliyor hanımlar:) Öyle kabloların üstünden atlamaya falan gerek yok) özelliği olan BenQ W710ST bu kış evde geçireceğim zamanlar için güzel bir çözüm oldu. Bu kadar anlattım, ettim diye sanmayın ki cihazı hediye ettiler. Tadımlık bu gösterimle sadece aklıma girdiler:) Sanırım ben de alacağım ve projeksiyon cihazı almayı planladığım için kendime şaşırıyorum.

Erkekler için de şöyle teknik bazı notlar aldım. Hani ben çok anlamıyorum ama eminim okuyanlardan teknik detayları öğrenmek isteyecekler olacaktır. O halde buyurunuz;

720p HD görüntü kalitesi
1 metrede 63"-160 ekran görüntü elde etme imkanı
2500 ANSI lümen parlaklık,çift HDMI arayüzü

Hatırlatmak da fayda var; Bu bir reklam değildir;)

Sevgiler,

28 Ağustos 2012 Salı

Yeşil Kadife Kanepeden Sevgilerle

Peki bunca zaman sonra yazmak için bir astrolog önerisinden ve yazmayı özlemekten başka bir nedenim olmalı mı? Bilemiyorum. Eğer öyleyse de benim yok sanırım. Yani bir konum yok. Biraz sohbet muhabbet bir yazı olacak yani bu. Sadece yazmak için yazıyorum. Uzun zaman yazmayıp sonra klavye başına oturunca hafiften bir tıkanma stresi olmuyor da değil hani. Yine de burası eski bir arkadaş gibi geldiğinden, samimiyetine güveniyorum kırmızı kaplı defterin. Böyle ağdalı betimlemeleri de çok yapmacık bulurum ama yazmış bulundum bir kere:)




Önceden, yazmadığım zamanlarda neler yaptığımı özetlerdim. Şimdi zaman mı o kadar hızlı geçiyor yoksa ben mi daha hızlı hareket ediyorum bilmiyorum ama özetlemek bile zor geçen zamanda olanları. Ama bunca zamanda öğrendiklerimden bir iki şey çıkabilir. Hayatın çok hızlı geçtiğini öğrendim mesela. Belki yaşlanmaya delalettir bu; bilemiyorum. Hayatın son derece benmerkezci ilerlediğini öğrendim ayrıca. Hatta öyle ilerlemesi gerektiğini de... Çünkü ben olmazsam, kalan hiç bir şey de olmuyormuş. Ben varsam, diğerleri de varmış. O yüzden kendimi daha çok seviyorum, sayıyorum. Toleransın stresi azalttığını öğrendim ama bunun da olgunlukla, tecrübeyle geliştiğini fark ettim. Tolere ettikçe mutlu olup edebildiğimizi gördüm. Ha derseniz, çok mu toleranslı bir insan oldun? Hayır! Hala sabırsızım. Hala akışına bırakabilmek için çok çabalıyorum. Ama çabalıyorum işte. Biraz da olsa öğrendim.

Bir sürü şeyin içinde kaybolduğunda aslında o şeylerin gerçekten olması gerekenler değil de sadece seçenekler olduğunu öğrendim. Kararsızlığın aslında kararsızlık değil de yanlış kararlar bütünü olduğunu öğrendim. Kararsızlıktaki seçeneklerin tek seçenek olmadığını öğrendim. Hayatın bize fark etmesek de tonlarca seçim şansı sunduğunu görmek gerektiğini öğrendim. İyi düşününce iyi olacağının koca bir modern yalan olduğunu, düşünmenin, tek başına hiç bir halta yaramadığını zaten biliyordum ama iyice anladım. İyi düşüncenin iyi bir aksiyon planı olmadan ne kadar anlamsız olduğunu tekrar gördüm.

Ne kadar çok şey öğrenirsem öğreneyim, ne kadar gelişirsem gelişeyim beni ben yapan bir çok şeyin aslında hiç değişmeyeceğini idrak ettim. Beni ben yapan yaşam enerjimin, bir anda düşüp bir anda zıplayan ruh hallerimin, sabah toplantısına gecikmedikçe yeni güne coşkuyla başlayışımın, özgür kız görünümü altında aileme olan bağlılığımın, hiç bir zaman mezeden fırsat bulup da balık yiyerek tamamlayamadığım rakı-balıktan aldığım ve çözemediğim hazzın, seyahatin her türlüsünden duyduğum heyecanın, direksiyon başına geçince gazla ayağımın arasındaki mesafeyi koruyamayışımın, deniz görmeden günüm geçmesin diye ettiğim dualarımın, yeni insanlar tanımaktan duyduğum mutluluğun, sert görünmeye çalışıp kapı arkasında salya sümük ağlayışlarımın, ne kadar büyüsem de bünyemdeki gizli veletin varlığının, ne kadar çok yeni ve iyi  arkadaşım olsa da hayatımdaki bazı harika arkadaşlıkların, köşe lambasının ışığında oturmaktan aldığım keyfin, anneme olan benzerliğimin, "hadi" diyince yapılan son dakika organizasyonlarından duyduğum mutluluğun ve keyifliylen hiç susmadan konuşabilme kapasitemin ama sustuğumda da saatlerce susabilme yeteneğimin hiç değişmeyeceğini biliyorum artık. Belki de hala bilmediğim bir sürü ben parçası vardır; bu saydıklarımdan ayrı.

Daha çok öğrenecek şey, edinecek tecrübe var. O yüzden zaman hızla akıp gitse de sonradan fark ettiğimiz bir sürü şey kalıyor geriye. Hem de aynı hızla yerleşiyor öğrendiklerimizin arasına. Yine de ne kadar çok şey öğrenirsek öğrenelim, bizi biz yapan ve değişmeyecek şeylerin bilincinde olmak en önemlisi sanırım.

Oldu galiba:) Yine yazıverdim işte bir çırpıda.

Yeşil kadife kanepeden sevgiler,

(Edit: Yazımın ilk paragrafnı yayınlarken uçurmuşum; şimdi farkına varıyorum. Resim koyarken silinmiş olmalı. Uzun süre yazmayınca böyle oluyor sanırım. Bu seferlik böyle olsun. 2. paragrafa ilkmiş gibi davranalım.)