Pages

1 Ağustos 2023 Salı

Bir kaç maddede son 9 yılım

1 Ağustos 2023. Buraya son yazımı 11 Haziran 2014'de yazmışım. Blog giriş şifremi bile zor hatırladım. 2007'de yazmaya başlamışım. Uzun aralar vermiş olsam da 7 yıl boyunca yazmışım hep, ta ki 2014'e kadar :) Neyse efendim o günde bugüne dünya çok değişti. O zamanlar bloglar çok daha popülerdi. Instagram'da story yoktu, Twitter'ın logosu kuştu, Facebook hala popülerdi, konuştuklarımız karşımıza reklam olarak çıkmıyordu, Amerikan doları 2,1 TL iken Euro 2,9'idi. Yalnız, yazarken bile en çok bu son maddeye şaşırdım. Hayat nasıl da su gibi akıp gidiyor. İçindeyken boğuştuğumuz onca şeyi düşünüyorum da, geriye dönüp baktığımızda belki sadece bir kaç tanesi aklımızda kalıyor. Ben bu son 9 yıl nasıl geçti asla anlamadım. 42 yaşına gelmişim. Her şey daha dün gibi. Üniversiteden mezun olalı 20 sene olmuş. Tam yaşlı muhabbetine döndü bu yazı, yazmayalı unutmuşum galiba nasıl yazıldığını. 24 saatlik Instagram hikayelerinde her gün bir şeyler paylaşsak da burada yazılı kalanların tadı başka oluyor benim için. O zaman kendime de tarihe de not olsun diye yazayım 9 yıl sonra bu postu.

O zaman bir kaç maddede son 9 yıl.

  • 10 yıl önce kurduğum işimi hala severek yapıyorum. 
  • 9 yıl önce de sevdiğim aynı semtte oturuyorum. 
  • Kısa bir evlilik molasından sonra yine bekarım.
  • Seyahat etmeyi hala çok seviyorum.
  • Bu sene başka bir ülkede daha şirket kurup oturum izni aldım. 1 yıl boyunca Türkiye ve o ülke arasında gidip geleceğim.
  • Eskisi kadar spor yapamasam da hala çabalıyorum :)
  • Son 2 aydır Almanca öğrenmeye heves ettim ( hayır yukarıda bahsettiğim ülke Almanya değil:))
  • Hala oldum ve dünya tatlısı bir yeğenim var. 
  • Twitter'ı aktif kullanmayı bıraktım. Instagram'da story bebesi oldum.
  • Sigara içmekten tütün sarmaya geçtim.
  • Botox yaptırmaya başladım.
  • Astrolojiyle tanışıp pandemide online eğitim aldım. Tanıştığım herkesin doğum bilgilerini almaya çalışıyorum :)
  • Hayatımızın 2 yılını yiyen pandemiden hiç Covid olmadan çıkmaya becerdim.
  • 35 yaşında tenis oynamaya başladım. 
  • Son bir kaç yıldır dizlerim ağrıdığı için koşmayı bıraktım. 
  • Saçlarıma hala röfle yaptırıyorum. 
  • 2014 başında sahiplendiğim köpeğim artık annemlerle yaşıyor.
  • Kedilerle aram daha iyi. Daha az korkuyorum.
  • Eskiden yüzemediğim soğuk denizlerde artık yüzebiliyorum.
  • Gözlerim yakını daha zor görmeye başladı. 
  • Hala sütlü kahve sevmiyorum, türk kahvesine bayılıyorum. 
  • Eskisi kadar partileyemiyorum çünkü maalesef İstanbul gece hayatı nargile land'e döndü.

Başka da bir şey gelmedi aklıma. Koskoca 9 yıl geçmiş yani yaza yaza bunları mı yazdım diye kendimi sorguladım ama zorlamaya gerek yok. Dedim ya, içinde yaşarken çok gelen her şey, geride kaldığında kum tanesi kadar küçülüyor.

Bakalım bir sonraki yazımı ne zaman yazacağım. Olur da bu yazıyı okursanız bir yorum yazın lütfen. Birlerinin okuduğunu bilmek, hele ki bunca yıl sonra, ilginç ve güzel olur:)

Bu dolunay gecesinde çok sevdiğim bir şarkıyla kapatayım bu yazıyı. Bu şarkıyı Ferhan Özpetek'in Şans Tanrıçası filminde duymuştum. Sonrasında favori listeme eklendi tabi kj :) 














11 Haziran 2014 Çarşamba

10 yıl öncesini düşünün...

Hayat geçiyor. Günler günleri kovalıyor. Akreple yelkovana yetişmek zaten mümkün değil. Yarın sabah uyanacağımız ne malum? 10 yıl öncesini düşünün... Ne yapıyordunuz? Kimlerleydiniz? Neredeydiniz? Dün gibi hatta gün gibi gözünüzün önüne geliyor değil mi? Peki 10 yıl nasıl da geçti bu kadar çabuk? Dedim ya hayat geçiyor işte... Anlamadan, göz açıp kapayıncaya kadar.

33 yaşında orta yaş bunalımına girmiş falan değilim. Endişelenecek bir durum yok :) Sadece hayatın geçtiğini farkına vararak yaşayalım diyorum. Gerçekten üzülecek şeylere üzülerek, daha çok şeye mutlu olarak, daha az kaygılanarak... Yarınınızda kimlerin yanınızda olacağı meçhulken, yanınızdakilerin kıymetini bilin diyorum.

İstemediğiniz, içinize sinmeyen hiç bir şeyi yapmayın mesela. İnatlaşmayın hayatla, kendinizle... Kaybeden siz olursunuz. İnadına yaşayın ama inatlaşarak yaşamayın. İstemiyorsanız gitmeyin. İstiyorsanız peşine düşün.

Mola verin. Bir an durun ve bakın. Hem kendinize hem etrafınıza... Bugüne kadar görmediğiniz bir şeyi göreceğinizi garanti ederim. Durmadan göremiyor insan. Giderken fark etmiyor.

Nefes alın. Hayatta kalmak için değil. Gerçekten yaşamak için nefes alın. Nefesinizi tutarak geçirdiğiniz anların farkına varacaksınız. Nefes aldığınızda zihniniz açılacak.

Gözlerinizi kapatın. Dinleyin sadece. Kendinizi, çevrenizi, sessizliği, gürültüyü, güzel bir melodiyi... Görmeyin, dokunmayın. Dinleyerek anlayın.

Hayat geçiyor. Geçip giderken sizi sürüklemesine izin vermeyin. Siz sürüklenmek istediğiniz yöne çekin hayatı. Şartlar ne olursa olsun, sizin baktığınız gibidir hayat hep.

Hayat geçiyor. Hayat sizin hayatınız. İnanmadığınız şeyleri yapmayın. Başkalarını düşünerek yaşayın ama başkaları için yaşamayın. İnandıklarınız uğrunda uğraşın. Tereddütlerinize bir şans verin ama zorlamayın. Zorlayarak bir şey olmaz hayatta. Zorlamakla uğraşmayı birbirine karıştırmayın.

Hayat geçecek. Öyle ya da böyle... O yüzden arada mola verin, nefes alın, dinleyin, dinlenin.

Belki ilk molanızı bu şarkıyı dinleyerek verirsiniz...


Fırsatınız olursa video klipte sahnelerini göreceğiniz "Love in the time of Cholera" filmini de mutlaka izleyin:)


17 Ağustos 2013 Cumartesi

Gün kapanışı

2 gün içinde yaptığım yaklaşık 800 km yolun yorgunluğunu bu şarkı alıp götürdü. Tam da uykuya geçmeden, yastıkla olan vicdan muhasebesine başlamadan önce. Bazıları aynaya bakınca iç hesaplaşma yaşar. Gözlerinin içine yine kendi gözleriyle derinlemesine bakarken sorar bütün can alıcı soruları. Ben ise, yastığa kafayı koyduğum anda muhasebe ederim her şeyi. İyi ki yaptım, nereden yapmaya karar verdim, keşke yapsaydım, acaba böyle değil de şöyle mi yapsaydım dediklerimi toplar çıkartır Z raporunu alırım. Gün kapanışım o yastıkta olur yani, hem fiziken hem ruhen. Bu gece de kapanış öncesi bu şarkıyı dinliyorum işte.

İster aynada ister yastıkta, ister gözlerde ister zihinde herkese temiz bir kapanış dilerim bu akşam. İyi dinlemeler.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Eksilerek Yaşamak

Şu anda Gelibolu yakınında bir benzin istasyonundayım. Gece aldığım kötü bir haberle sabahın erken saatlerinde yola çıktım. Benim 5 tane kuzenim vardır. Bunların içinde bana en yakın yaşa sahip olan kuzenimle çocukluğumuzdan beri en yakın arkadaş gibi büyüyüp birbirimizin olmayan kız kardeşi olduk. Büyüdükçe de arkadaşlığımız sırdaşlığa döndü. Çok sık bir araya gelemesek bile uzun telefon konuşmalarıyla hep dertleştik, fikir alışverişi yaptık aramızda.

Genç kızlık zamanlarımızda yazları en büyük sorunumuz kör karanlık sahildeki çay bahçesine inerken ne giyeceğimizdi. Sabahları ben erkenden kalkardım, o da benim aksime uykuyu  bir o kadar severdi. Sabahları onu nasıl uyandırsam diye bin bir fikir düşünürdüm. Bağırış çağırış uyanışlarımızdan sonra zihnimde ilk canlanan yazlığın balkonundaki harika kahvaltılardır. Bizim oraların zeytinyağı meşhurdur. Kızarmış ekmeğimizi zeytinyağına bana bana yerdik ayıptır söylemesi. Ev yapımı reçel, meşhur ezine peyniri, taptaze domates, biber, salatalık ve allah ne verdiyse...  Sonra eniştem içeriden seslenirdi; "Kızarmış ekmek isteyen var mı?" diye. Çocukluk deyince mutlaka aklıma gelen anılarımdan oldu bu sahneler her daim.

Şimdi bu anlattığım hikayedeki kahramanlardan kuzenim bir yanı eksik olarak dönüyor oradan. Eniştem ise dün gece sonsuzluğa erdi. Kuzenim bu sabah ilk defa babasız bir güne uyandı. Hayatındaki en önemli insanlardan birisini yitirmenin acısının ne kadar derin olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kendimi onun yerine koyuyorum. Çok acı çektiğini, sanki sonsuza kadar acı çekecekmiş gibi hissettiğini de biliyorum. Ve bu acıyı bir gün hepimizin yaşayacağını da biliyorum. En zoru sevdiklerinizden birisinin canı yanarken onu teselli edecek kelime bulamamak. Susmaktan ve doğanın kanunu olduğunu bilip sessizce acısını paylaşmaya çalışmaktan başka yapacak bir şeyiniz olmaması çok üzücü.

O, hayata bir eksik olarak devam edecek bu günden sonra. Hepimiz de eksilerek süreceğini biliyoruz yaşamın. Bilerek ama yaşarken unutarak devam ediyoruz hayatlarımıza sadece. Bu yazıyı da kuzenim ve bir yanı eksilmiş olarak yaşayanlara adıyorum.


11 Ağustos 2013 Pazar

Human

İnsanız hepimiz. Hepimizin içinde ne acılar, heyecanlar, ümitler, hayal kırıklıkları, acabalar, keşkeler var kim bilir. Herkes zırhını alarak varlık gösteriyor aslında hayatta. Tecrübe diye övündüğümüz şey gökten zembille inmiyor ki... Üzülerek tecrübe ediyoruz. Bir şeyleri kaybederek ders alıyoruz. Ya da alıyor muyuz? Bildiğimiz yolları bir daha yürümüyor muyuz bazen? Yürüyoruz. Dikenler olduğunu bile bile girmiyor muyuz o kapıdan? Giriyoruz. Neden? Çünkü insanız...


Daft Punk'ın çıkış şarkısından çok daha güzel olan bu şarkısı tüm insanlara gelsin.



Sevgiler,

Tarih...

İktidarlara Yenik Düşen Aşklar

Kitap okuma alışkanlığım biraz gariptir benim. Bazı dönemler birini bitirip diğerine başlarken bazen de aylarca hiç kitap okumam. Nedenini bilmiyorum. Belki dönemsel yoğunluk ya da konsantrasyon eksikliğindendir. Bir de popüler kitapları popüler olduğu dönemlerde okumayı çok haz etmem. Herkes aynı kitabı elinde tutarken değil de ortalık sakinleştiğinde okurum o kitabı. Popülizme kendimce bir tepki de olabilir bu:)

Bu aralar yine okumaya başladım. Zülfü Livaneli'nin Serenad'ını da yeni bitirdim. Serenad'ı elimde gören arkadaşlarımın bir çoğu okuduğunu ve çok güzel olduğunu söylemişlerdi. Ben de kitabın ilk 300 sayfasını 1,5 günde devirdim zaten. Sonlara doğru yavaşladım. Hele ki son 60 sayfasını 2 günde bitiremedim. 60 sayfa dediğin nedir ki? Bir solukta bitmesi lazım. Hele ki 300 sayfasını 1,5 günde okuduğun bir kitap için... Dün gece kaçınılmaz son geldi ve kitap bitti. O anda fark ettim ki o son 60 sayfayı ben bitirmek istememişim. Serenad'ın  hikayesinden kopmak, sona ulaşmak istemediğim için bitirememiştim.

Baş kahraman Maya'nın modern dünyadaki dönüşümünü, insanlık tarihinin işlediği suçları, Maximillian Wagner'ın biricik aşkı Nadia'yı okumaya doyamamıştım. 2. Dünya Savaşı sırasında ümit olarak bindikleri Struma isimli gemiden hiç bir zaman karaya ayak basamayan suçsuz insanları o sayfalarda bırakıp gerçek hayata dönmek istemiyordum. Bazen insan bir kitabın sayfalarında kalmayı tercih edebiliyor sanırım. Gerçek hayat demişken, aslında kitaptaki tarihi anlatılar ve insanlığın ne kadar acımasız olduğu gerçeğin ta kendisi.

Baş kahraman Maya ile Profesör Wagner'in arasında gelişen tarifi zor sevgiyi ise birbirini bu kadar kısa sürede tanıyan iki insanın birbirlerinin hayatlarına ne denli önemli değerler katabileceğini gördüğünüzde anlayabiliyorsunuz.

Not: Bu noktadan itibaren videodaki müziği dinleyerek devam edebilirsiniz.



Son olarak şunu da eklemek isterim; Kitaba adını veren Serenad, kitabın bir bölümünde anlam kazandığında benim gibi kitaba ara vererek Schubert'in Serenade'ini açıp dinlemek için karşı koyulamaz bir istek içine girebilirsiniz. Dinleyin de lütfen. Özellikle o satırları bu muhteşem notalarla dinlediğinizde ya Struma'nın güvertesindeki Nadia ya da Şile sahilindeki Max oluyorsunuz. Okurken Max'ın çaresizliğini, Nadia'nın kurtarılmayı beklerken duyduğu inancı ve ümidi iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Çektikleri acıyı çekiyor, en ufak bir ümit ışığında siz de aydınlanıyorsunuz. İnsanın aşk için neler yapabileceğini, bir başkasının varlığının kendi varlığınızın önüne geçebildiğini, bazen ne kadar uğraşırsak uğraşalım kaderi değiştiremeyeceğimizi anlıyorsunuz.

Aslında tarihte Max ve Nadia gibi acımasız iktidarlara yenik düşen ne kadar çok aşkın olduğunu da anlıyorsunuz kitabı okurken. Bu yazı da o aşklar için gelsin.

Sevgiler,